Karanlıktan Neden Korkuyoruz


          Elektrikler kesildiğinde içimizi bir korku kaplar ve etrafımızı daha dikkatli gözlemlemeye başlarız. En ufak bir tıkırtı bile ürpermemize neden olabilir. Sadece elektrik kesildiğinde değil, karanlıkta kaldığımız zamanlarda hep korku duyarız. Peki, doğaya bu kadar hükmeden insanoğlu karanlıktan neden bu kadar korkar?

Hayvanlar Yalnız Başına Doğururken İnsanlar Neden Yardım Alır


         Hepimiz öyle ya da böyle sokak hayvanlarıyla iletişim halindeyiz.Etrafta hamile kediler ve köpekler görürüz.Bir süre sonra yavrular doğar ve anneleriyle birlikte yaşamaya başlarlar.İnsan doğumunun zorluğu göz önüne alındığında,hayvanların kendi kendilerine doğurmaları ve doğumdan hemen sonra ayağa kalkabilmeleri gerçekten tuhaftır.Peki,insanlar neden doğum esnasında yardıma ihtiyaç duyarlar?

Biberden Ağzımız Yanınca Su İçmek Neden İşe Yaramaz

    
        Biberden ağzımız yandığında çoğumuz hemen su içeriz ama bir işe yaramadığını görürüz. Peki nasıl oluyor da biberin yakıcı tesirini su gideremiyor?


Kızgın Yağa Su Damlayınca Neden Sıçrar?

Kızartma yaparken kızgın tavaya damlayan su hemen sıçramaya başlar ve irkilmemize neden olur.Kendimizi korumak adına ilk yaptığımız şey de tavanın kapağını kapatmaktır.

Erkeklerde Kadınlık, Kadınlarda Erkeklik Hormonu Neden Bulunur


          Hormonun ne olduğunu hepimiz biliyoruz.Peki çok yazıda kadınlarda kıl oluşumunun erkeklik hormonları yüzünden olduğunu,aynı şekilde erkeklerdeki ses incelmesinde kadınlık hormonlarının etkili olabileceğini okumuşuzdur.Kadın ve erkek ayrı cinsler olduğuna göre,neden erkekte kadınlık hormonu,kadında erkeklik hormonu bulunur?


Nane Neden Ferahlık Hissi Verir ?

        Nane,bitki olarak tüketilmesinin yanında,günümüzde pek çok üründe de bulunur. Nane aromalı sakızlar,nane etkili diş macunları,naneli şekerler her marketin raflarını süsler ve çok satarlar.Çünkü nanenin ağzımıza yaydığı ferahlık hissi hoşumuza gider.Peki,nane bu ferahlık hissini neden verir?


         Nanenin verdiği ferahlık hissinden asıl sorumlu olan madde,mentol olarak bilinen alkoldür. Nane içeriğindeki mentolün buharlaşması sırasında,tıpkı kolonyanın cildimizden buharlaşması esnasında hissettiğimiz serinlemeye benzer bir ferahlık hissderiz. Her iki olay da,alkolün ortamdan ısı alıcı buharlaşma tepkimesi sonucu gerçekleşir.

Fosforlu Bir Cisim Karanlıkta Nasıl Parlar ?

Gece Karanlığında aracınızla ilerlerken yol kenarında parlayan trafik ikaz levhaları mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Aynı şekilde saatlerin kadranları ve herhangi bir fosforlu cisim de geceleri parlarlar Bir maddenin ışık olmadan parlayamayacağı göz önünde bulundurulduğunda bu bize şaşırtıcı gelir. Peki fosfor nasıl olur da karanlıkta parlayabilir ?



Fosforlu bir cisim, ışık altındayken bir bakıma depolamış olduğu enerjiyi karanlıkta yaymaya devam eder. Fosfor gibi bir maddeyi oluşturan atomların dış elektronları gün ışığına maruz kaldıklarında yüksek bir enerji düzeyine uyarılmış olurlar. Ancak bu arada spinleri değişmiş olduğundan eski düzeyine geri dönemezler. Ta ki uygun bir termal enerji dürtüsüyle bunu yapabilir hale gelene kadar. Bu da zaman alır ve sonuç olarak fosforesan maddelerin ışık altındayken uyarılan elektronları ışık kaynağı ortadan kalktıktan sonra da yavaş yavaş eski konumlarına dönmeye devam eder bu arada da ışırlar.

İngilizce'de Hindiye Niçin TURKEY Deniliyor?


        İngilizcede hindinin anlamının Turkey olduğunu öğrendiğimizde hepimiz bunu yadırgarız.Çünkü bu hayvanlarla Türkler arasında nasıl bir bağlantı kurulduğunu anlamayız.Ya da tamamen bir ses benzerliğimidir,bilemeyiz.Peki,bunun cevabının tarihte olduğunu biliyor muydunuz?



        Hindi aslında Amerika kıtasının yerlisidir.Vahşi hindi cinsleri Kristof Kolomb kıtayı keşfetmeden de önce Kuzey Amerika’da yaşıyordu.Amerikan hindileri Avrupa’ya 1519 yılında İspanyollar tarafından getirilmiş,1541 yılında İngiltere’ye ulaşmışlardı.

         İngilizler o zamanlar Türk toprakları olan Batı Afrika’dan portekizli tüccarların getirdikleri Afrika hindisi veya yine Türkiye üzerinden getirilen Hint tavuğunu tanıyorlardı.Ancak Amerika’dan gelen Hindileri görünce şaşıran İngilizler,bunların da Afrika hindisinin veya Hint tavuğunun bir türü olduğunu düşündüler.Gerçi sonunda Amerikalı hindilerin diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştı;ama bu Amerikan kökenli kuşun adı 17. yüzyılda Amerika’ya göç eden İngiliz göçmenler sayesinde dillerine ‘Turkey’ olarak yerleşti.

Sayılar Nasıl Ortaya Çıktı

          Sayılar günlük hayatımızdaki pek çok şeyi kolaylaştırmak için bize yardımcı olurlar.Eğer sayılar olmasaydı bir kaos yaşayacağımız ortada.Medeniyetin bunca ilerlemesinde,sayı sisteminin kurulmuş olmasının etkisini kimse inkar edemez.Peki,ama dünyayı değiştiren şeylerden biri olan sayı sistemi nasıl ortaya çıkmıştır,biliyor musunuz?


          Bilinen en eski sayma sistemlerinden biri,eski Mısırlılara ait olanıdır.Eski Mısırlıların kullandıkları resim yazısının (hiyeroglif) başlangıç tarihi, M.Ö. 3300 yılına kadar gider.Mısırlılar yaklaşık 5300 yıl önce,milyona kadar olan sayıları kapsayan bir sistem geliştirmişlerdir.Eski mısırlılara ait sayma sistemi, ilkçağ mağara insanının önceleri kullandığı sayma sisteminin gelişmiş şeklidir.

Tavşanın Gözüne Işık Tutulunca Neden Hareketsiz Kalır



Avcılar bunu çok iyi bilirler.Akşamları ava çıktıklarında yanlarında mutlaka fener vb. bir şey getirmeleri gerekir.Bu,etrafı aydınlatmasının yanında,av için de yararlı bir şeydir.Çünkü akşam dolaşan hayvanlar,gözlerine ışık tutulduğunda yerlerine yapışıp kalıverirler ve kolay bir hedefe dönüşürler.Peki neden?



Etkinliklerini gece yapan memeli hayvanların gözlerindeki retinada çubuk biçimindeki görme hücreleri fazla olur.Etkinliklerini günlük yapan memeli hayvanlardaysa koni biçimindeki görme hücreleri fazla olur.Tavşanlar da etkinliklerini gece yapanlardandır. Dolayısıyla gözleri karanlığa ya da az ışıkta görmeye uyum sağlamıştır.Birden güçlü bir ışık kaynağı,göze tutulduğunda geçici körlük gibi bir durum ortaya çıkar ve hayvan kendini tehlikeye atmamak için hareket etmez.Ancak çok yaklaşılırsa o zaman hızlı biçimde kaçabilir.Bunun yanında gece yapılan dalışlarda da benzer bir durum oluşur.Fenerle girilen dalışlarda,fener balıklara tutulduğunda balıklar hareketsiz kalır.

Karşınızda Esneyen Biri Olduğunda Neden Biz De Esneriz?

       
         Hepimizin başına gelmiştir.Bir ortamda arkadaşlarla otururken,karşımızdaki arkadaşlardan biri esnemeye başlar ve ortada bulaşıcı bir hastalık varmış gibi bu,hepimizi etkiler ve biz de tepkisel olarak esneriz.Her ne kadar kendimize engel olmaya çalışsak da hiçbir işe yaramaz ve bir kişinin başlattığı esneme olayı,nükleer bir reaksiyon gibi ortamdaki tüm insanların da esnemesine neden olur.Peki neden?
        Araştırmacılara göre,esnemeyle ilgili konuşmak ya da bunu düşünmek bile esnememizle sonuçlanabiliyor.Ancak esnemenin bulaşıcılığının nedeni hala tam olarak anlaşılmış değil.



          Kimi bilim adamlarına göre esneme aslında bulaşıcı değildir.Buna sebep olarak kişinin,eğer isterse esnemesini engelleyebileceğini,bulaşıcı olarak nitelendirilen bir şeyin ise kişi tarafından ne olursa olsun engellenemeyecek bir eylem olması gerektiğini söylüyorlar.
Maymunları gözlemleyen bazı araştırmacılar,bu hayvanların esnemeyi bir iletişim aracı olarak kullandıklarını görmüşler.Lider maymun değişiklik zamanı olduğunu bildirmek için esner,diğer maymunlar da onu takip edeceklerini bildirmek için esnerler.Bu hayvanlarda esnemekigrup davranışını eş zamanlı hale getirmeye yarar.
Bu bulaşıcılığın sebebi henüz tam olarak bulunamadığına göre,karşımızda esneyen biri varken ya esnememek için daha çok çaba harcamak ya da ortamdan hemen uzaklaşmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığı apaçık ortada.

Dalgıçlar Denize Neden Sırt Üstü Atlarlar?

           Dalgıçlar suya girerken çeşitli teknikler kullanırlar. Bu teknikleri üzerlerindeki ağır malzemelerden dolayı suya güvenli biçimde girmek için kullanırlar.



           Kıyıdan yürüyerek suya girilecekse, tüm malzemeler Kuşanıldıktan sonra geri geri yürüyerek suya girilir ve uygun derinliğe gelince yüzme pozisyonuna geçilir. Suya tekneden girilecekse, suya atlama kısmına gelip, sıçramadan ileriye doğru geniş bir adım atılarak ayaküstü suya girilir. Böylece hem malzemelerin bir yerlere takılması önlenir, hem de dalgıcın üzerindeki ağırlık dalgıca zarar vermez. Eğer küçük bir bottan suya girilecekse, botta ağaya kalkmak ve dengede durmak zor olacağından, botun kenarından denize sırtüstü atlanır. Böylece tüpün ağırlı ilk olarak suya girer ve vücuda bir zarar vermez.

              Tüm suya giriş tekniklerde amaç dalgıcın güvenli biçimde suya girmesini sağlamaktır.

Yaprak Döken Bir Bitki Nasıl Solunum Yapabilir


          Bitkilerde solunum organının yapraklar olduğunu hepimiz biliriz.Yapraklar sayesinde fotosentez yapan bitki yaşamaya devam eder.Buna rağmen kışın yapraklarını döken bitkiler de yaşamlarını sürdürürler.Peki,nasıl oluyor da solunum organları kışın döküldüğü halde bitkiler canlı kalabiliyorlar?



            Yapraklarını döken bitkiler kışları fotosentez yapamazlar;çünkü fotosentez için yapraklarda bulunan klorofillere ihtiyaçları vardır.Bu yüzden sıcak havalarda,yani yaprakları henüz dökülmemişken bol bol besin depolarlar.Depolanan bu besin nişastadır.Kış geldiğinde bir bitki,yaşamını devam ettirebilmek için depoladığı nişastayı oksijenli solunumla yakar ve enerji elde eder.

          Yapraklarla her ne kadar hem fotosentez hem de solunum yapılabiliyor olsa da,aslında bitkinin başka bölümlerinde de oksijenli solunum yapılması mümkündür.Bir bitkide bulunan tek canlı yapılar yapraklar değildir.Odunsu bitkilerin gövdesi ve kökleri de canlı hücrelerden oluşur.Tabii ki bu hücrelerin her biri de,diğer bütün canlı hücreler gibi,oksijenli solunum gerçekleştiren organeller olan mitokondrilere sahiptir.

Bitkilerin kabuğunda bulunan ve lentisel adı verilen delik ve küçük açıklıklar da bitkinin hava alışverişini sağlarlar.

Yürüyen Merdiven Nasıl Yürür

           Günümüzde,alışveriş merkezlerinde katlar arasındaki geçişi yürüyen merdivenler sağlar.Keza metrolarda da yürüyen merdivenlere rastlarız.Hiçbir emek harcamamıza gerek kalmadan,bir üst kata çıkmaktan daha güzel ne olabilir ki?Peki,gündelik yaşamımızda pek çok yerde karşımıza çıkan yürüyen merdivenler nasıl yürür,biliyor musunuz?



           Yürüyen merdivenin basamakları,bir çark ayrıcalığıyla hareket eden bir zincire bağlıdır.Bu çarkın hareketi ise bir elektrik motoru tarafından sağlanır.Hareketi sağlayan çarkın yanı sıra,zincirin diğer uçtan geri dönmesini sağlayan ikinci bir çark daha vardır.Bu yapıyı bisikletin zincirine ve çarklarına benzetebiliriz.Basamaklar,bu ikili ray sistemi üzerinden kayarlar.Basamakların her iki tarafında,raylar üzerinde kaymalarını sağlayan birer çift teker bulunur.Raylar,merdivenin tepesi ve en altı dışında birbirine paraleldir.Tepede ve aşağıda,iç tarafta bulunan ray,dış taraftakinin altındaki hizada kalır.Bu sayede her basamak bir önceki ile aynı hizaya gelmiş olur.Basamaklar bu yolla,merdivenin sonunda düz bir platform oluştururlar ve çarkın etrafından dolanarak,yürüyen merdivenin alt kısmına geçerler.

Neden Horlarız


            Çoğu kadının kocasından en fazla şikayet ettiği konuların başında horlaması gelir.Belli bir yaşın üzerindeki insanların daha fazla horladığını hepimiz fark etmişizdir.Babalarımız,dedelerimiz geceleri uyurken evde bir horultu fırtınası oluşur.Peki,neden horladığımızı hiç düşündünüz mü?





         Uyku halindeyken, vücudun her yerindeki kaslar gevşer ve rahatlar. Nefes yollarının üst (yukarı) bölümünde, nefes yolunu açık tutmak ile görevli olan kas sıraları ve yumuşak dokular bulunur. Uyku haline girildiğinde, bu kasların da gevşemesi ile nefes yolu daralır ve bazı insanlarda nefes yolunu kısmen de olsa kapatır. Bu nedenle de, alınan hava akciğerlere rahat bir şekilde gidemez. Horlama esnasında duyulan ses de, nefes yollarının üst bölümünde bulunan bu gevşek ve yumuşak dokuların titreşimi nedeniyle ortaya çıkar.

           Yaşlandıkça horlama ihtimalinin artmasının nedeni, yaşlanma ile birlikte kas dokuda görülen yumuşamadır. Belirli bir derecenin üzerinde kilo fazlalığı da bu kas dokuda yağ birikimi nedeniyle kalınlaşmaya neden olacağı için, horlama ihtimalini yükseltir.

Saatlerce Spor Yapmaya Eşdeğer Birkaç Dakikalık Egzersiz Keşfedildi


ABD'deki İnsan Performansı Enstitüsü'nden bilim insanları, saatlerce spor salonlarında çalışmaya ya da koşmaya eşdeğer olan yedi dakikalık bir egzersiz programı açıkladı.

Uzmanlar, sadece kendi ağırlığınızı kullanarak yapabileceğiniz 12 hareketten oluşan bu egzersizdeki hareketlerin her birine 30 saniye ayırmanızı ve aralarda en fazla 10 saniye dinlenmenizi öneriyor.



Araştırmayı yapan uzmanlar, hareketler arasındaki sürelerin kısalmasının egzersizin faydasını ve yakılan yağ oranını artırdığını belirtti.

İşte 12 hareketten oluşan "mucize egzersiz"...


1- Isınma


2- Oturur vaziyette duvara yaslanma


3- Şınav


4- Karın kası egzersizi


5- Sandalye Adımlama


6- Çömelme


7- Sandalye ile Triceps egzersizi


8- Planking

9- Dizleri çekerek olduğunuz yerde koşma


10- Tek ayak üzerinde diz çökme

11- Şınav ile dönüş

12- Side plank

Rüyalar Nasıl Kaydedilir ?


Bazen gördüğümüz rüyalardan etkileniriz. Kimi zaman etkisinde öyle kalırız ki birilerine anlatmak isteriz. Ancak hiçbir rüyamızı gördüğümüz gibi anlatmayı başaramayız. Böyle zamanlarda belki de, keşke rüyalarımızı kaydetme imkanımız olsaydı, diye düşünürüz. Acaba rüyaları kaydetmek mümkün müdür,hiç düşündünüz mü?



Dr. Kleitman, uykularını müşahede altında tuttuğu kimselerin rüyalarını EEG (elektroensefalogranik) ve EKG (elektrokardiagramlarını) cihazlarla tespite başladı. Bu çalışmaların sonucunda; rüyanın varlığına delil olarak gösterdiği göz hareketlerine, heyecana bağlı kalp atışlarına da ilave etmiş oldu.

EEG’nin verdiği sonuç oldukça dikkat çekiciydi. Rüyanın başladığı andan itibaren, ağır bir ahenk içinde devam eden uyku halini gösteren çizgiler ritmik bir hal alıyor, uyanıklık halindeki şekilleriyle cihazın kağıt şeridi üzerine kaydoluyordu.

Sekiz kişi üzerinde yapılan bu deneyler on gün devam etti. Her defasında elektronik cihazın kaydettiği eğri büğrü çizgiler dikkatle incelendi. Ve şu sonuca varıldı: Rüya ,uykunun yüzde yirmilik bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu durumda; sekiz saat uyuyan bir insanın uykusunun ilk saati ağır ve rüyasız geçmektedir. Bundan sonraki on dakika içinde rüya görülmekte ve sonra yine bir buçuk saat sürecek ağır uyku devresi başlamaktadır. Sonra yirmi dakıkalık bir rüya ve yine bir buçuk saatlik ağır uyku.. Uykunun bundan sonraki kısmında ise otuz dakikalık bir rüya faslı daha vardır. Nihayet yine uyku ve onu da uyanma takip eder.

Neden Hıçkırırız ?


Çoğu zaman hıçkırığımız tutar ve geçmesi için binbir türlü yöntem deneriz.Nefesimizi tutarız,su içeriz ya da başka çözümler ararız.Ama ne yaparsak yapalım,kendiliğinden geçene kadar beklememiz gerekir.Bu süre zarfında her hıçkırmamızda etrafımızdakilerin bakışlarıyla karşılaşırız ve bu da utanmamıza neden olur.Oysa bu kendi isteğimizle yapabildiğimiz bir davranış değildir.Peki,insanlar neden hıçkırırlar?



Hıçkırık,midenin üst bölgesinde ve yemek borusunun alt kısmında bulunan sinirlerin uyarılması sonucunda ortaya çıkar.Uyartı ise gaz varlığı nedeniyle oluşur.Çok hızlı bir şekilde yemek yediğimizde,çoğunlukla besinlerle birlikte hava da yutarız.Bu havanın büyük çoğunluğu bir şekilde zaten geğirmeyle geri çıkar,ancak bir kısmı da besin tabakaları arasında hapsolur.Hıçkırık da,hapsolmuş durumdaki bu havanın yukarıya ve vücut dışına doğru atılmasını sağlayan bir mekanizmadır.Karbonatlı içeceklerin aniden hıçkırığın başlamasına neden olması da bu yüzdendir.Bir nöbet esnasındaki hıçkırıkların arasında geçen zaman,gastrik hareketlere denk gelmektedir ve bu nedenle de düzensizdir.Ancak çoğu zaman,belirli bir süre sonra,bu ritmi yakalayabilirsiniz.Burada yapılması gereken şey,hapsolmuş gazın aşağı ve yukarıya doğru hareketine yardımcı olmaktır.Yukarı doğru harekete yardımcı olmak için yapılabilecek en akıllıca şey,başı yukarıya doğru kaldırarak hava yollarını en etkin bir şekilde açmaktır.Derin nefes alıp vermek de bu noktada diyaframın mide üzerine baskı yapmasına neden olarak yardımcı olabilir.Aşağı doğru harekete yardımcı olmak için çoğu zaman su içilir.Ancak suyu yavaş yavaş ve azar azar içmek gerekir,aksi takdirde daha fazla hava yutmaktan başka bir şey yapmamış oluruz.Benzer şekilde,çiğnemeyi gerektiren hiçbir şeyi yememeliyiz.

Bazen uyartı geçmiş olmasına rağmen hıçkırıklar devam edebilir.Böyle bir durumda da,kısa bir süre sonra hıçkırık son bulacaktır.

Tabii ki olayın psikolojik boyutunu da unutmamak gerekir.Örneğin korkutma yoluyla hıçkırık geçirmek aslında tamamen psikolojiktir.Belirli bir şeyi yapmaya konsantre olmanız veya korkutulmanız gibi durumlar,simpatik sinir sistemini harekete geçireceği için sinirlerin başka bir şekilde uyarılmasına ve rahatlamaya neden olur.

20. Yüzyılın İlk İcadı Nedir ?


100′den başlayarak tüm yüzyılın hızlı bir teknlojik gelişmeyle sarsıldığını hepimiz biliyoruz.Teknolojik buluşlar ardı arkası kesilmeden yapıldı ve dünyamızın şeklini değiştirdi.Hayatımızı kolaylaştıran ve renk katan bu buluşlar arasında neler yok ki? Televizyon,radyo,bilgisayar,süper jetler,savaş makineleri vs. Tüm bu buluşlar bir yana,20. yüzyılın ilk icadını kimin yaptığını biliyor musunuz?



1900 yılında Kont Ferdinand Von Zeppelin tarafından zeplin icat edildi.Aynı yıl Charles Seebergs,Jesse Reno’ya ait olan yürüyen merdiveni yeniden tasarladı ve günümüzün modern yürüyen merdivenini icat etti.

Ateşin Yanması İçin Oksijen Gerektiği Halde Neden Muma Üflediğimizde Söner?


      Elektrikler kesildiğinde mumlar her zaman imdadımıza yetişirler.Yakılan bir mum ortalığı az da olsa aydınlatarak en azından evin içinde hareket ederken düşmemizi ya da korkmamızı önler.Elektrik geldiğindeyse ilk yaptığımız iş mumu söndürmektir ve hepimiz bunu üfleyerek yaparız.Normalde ateşi besleyen şey havayken, muma üflediğimizde neden söndüğünü biliyor musunuz?



       Mum yanarken yanmakta olan aslında fitili değil,fitilin dibindeki parafinden buharlaşıp yükselmekte olan,bir kısmı da yüzel gerilimiyle fitilden yukarı tırmanan karbon-hidrojen bileşikleridir.Bunların buharlaşma ve yanma sıcaklıkları düşük olduğundan kendileri yanar,ancak normalde fitil tutuşturamazlar.Gerçi mum eridikçe,fitilin açıkta kalan boyu uzar ve bu üst kısım;bir sonraki tutuşturma sırasında,kibritin görece yüksek yanma sıcaklığıyla karşılaşınca,üzerindeki hidrokarbonlar da yandıktan ve alev ‘sınıra’ dayandıktan sonra,tutuşup yanabilir.Böylelikle fitilin açıkta kalan boyu,yaklaşık olarak belli bir uzunlukta kalır.

Kaşınmaya Başlayıncaya Kadar Bir Sivrisinek Tarafından Isırıldığımızı Neden Anlayamıyoruz?

     

            Özellikle yaz aylarında sıcağın yanı sıra sivrisineklerle de savaşıyoruz.Sinek ilaçları ve çeşitli kovucular girdiğimiz bu savaşta bize yardımcı olsa da,aramızdan hiç kimse bir sivrisinek tarafından ısırılmadan yazı geçirdiğini söyleyemez.Peki,hassa olan vücudumuz sivrisinek tarafından ısırıldığında,kaşıyıncaya kadar bunu anlayamamamızın sebebi nedir?



          Bu sorunun cevabı her şeyden önce sivrisineklerin kendi özel tasarımlarında gizlidir.Sivrisineklerin proboscis adı verilen,iğneye benzeyen ve çok ince olan bir ağız yapıları vardır.Vücudumuza yaptıkları saldırılarda bu özel yapı sayesinde deriye çok ince bir delik açarlar.Bu delik çok küçük olduğu için,damarlarımızdan gelen kan hemen pıhtılaşabilir.Sivrisinekler de bu pıhtılaşmayı önlemek için deri altına pıhtılaşmayı önleyen bir madde zerk ederler ve bu şekilde kanın akışını sağlarlar.

          Isırıldıktan sonra kaşınmamızın nedeni ise,anti-koagülan (pıhtılaşma önleyici) adlı maddeye karşı vücudumuzun gösterdiği tepkidir.Bu tepki sonucunda vücut histamin adı verilen bir madde salgılar ve biz de kaşınmaya başlarız.

          Başta da belirttiğim gibi,sivrisineklerin ağız yapısı sayesinde,ısırılmayı kaşınıncaya kadar fark edemeyiz.Bu da sivrisineklerin,ortadan kaldırılmasına yönelik geliştirilen teknolojilere karşı doğanın eşsiz tasarımlarını kullanarak,belki daha binlerce yıl direnecekleri anlamına geliyor.

Yüzümüz Nasıl Oluyor Da, Biz Utanınca Kendini Ele Verip Kızarıyor?


          Hepimiz zaman zaman yaşamışızdır:Söylenmemesi gereken bir şeyle karşılaştığımızda,hiç olmadık bir hata yaptığımızda ya da birinden hoşlandığımızda vücudumuz bizi ele vererek hemen tepkisini gösterir ve yüzümüz kızarır. Çoğu zaman durumu toparlamak için yüzümüzü saklamaya çalışırız ya da ortamdan hemen uzaklaşırız.Peki,nasıl oluyor da yüzümüz kızarıyor? Bundan kurtulmak mümkün mü?



         Aslında yüz kızarması sadece utanmayla alakalı değildir. Şaşırdığımızda, kızdığımızda, heyecanlandığımızda, korktuğumuzda ya da kendimizi stres altında hissettiğimiz durumlarda da yüzümüz yaşımıza ve tecrübe oranımıza göre kızarabilir.Hatta bazı insanların,geçmişlerinde onlarda utanma duygusu yaratan bir olayı anımsadıklarında bile kızarabildikleri kolayca görülür.

           Yüz kızarması,belirli zihinsel süreçlerin üst üste gelerek,utanma güdüsü oluşturması ve sonuçta da fonksiyon yetersizliğine sebep olması nedeniyle ortaya çıkan bir durum aslında.Zihnimiz karıştığında,simpatik sinir sistemimiz devreye girer ve çevresel kılcal damarlarımız vazodilatör maddelerin de etkisiyle genişlemeye başlar.Bunun sonucu olarak kan akışımız hızlanır ve yüzümüzle boynumuzun çevresine daha fazla kan pompalanır.Bütün bu tepkileri göstermemize neden olan ise hipotalamus’tur.Utanma durumunda vücut genelinde de bir sıcaklık artışı görüldüğü için,kan en çabuk soğuyabileceği noktalara doğru pompalanır.Bu noktalar da tabii ki eller,ayaklar ve yüzümüzdür.

             Sonuç olarak vücut dengemizde değişim yaratan bir olay yaşadığımızda,yüz kızarmasından kurtulmamıza ne yazık ki imkan yok.Dolayısıyla böyle durumlarda en eski ve etkili çözümü kullanmaya devam edebiliriz: Yüzünüzü saklayın ve bir an önce ortamdan uzaklaşın!

Satranç Oyununda Bilgisayar Nasıl Düşünür


       Haberlerde en büyük satranç ustalarıyla en gelişmiş bilgisayarların karşılaşması yapacağını defalarca okumuşuzdur.Hatta en gelişmiş bilgisayarlar pek çok satranç ustasıyla karşılaşır ve sonuçlar heyecanla tüm dünyaya duyurulur.Peki,aslında bir düşünce oyunu olan satrancı düşünmeyen bir makine nasıl oynanabilir?




      Birçok insan için bu kafa karıştıran bir sorudur.Çünkü satrancın zeka ve düşünce yetisi gerektiren tümüyle insani bir etkinlik olduğu düşünülür.Bilgisayarlar aslında oynamamakta,onun yerine doğru ve iyi bir hamle yapabilmek için bir dizi formül içeren seçim yapmaktadır.Bilgisayarlar hızlandıkça,hu hesaplanmış hamlelerin niteliği de giderek iyileşmektedir.

         Bilgisayarların satranç hesaplayıcıları,bu hamleleri hesaplama işini ne kadar körlemesine yapsalar da,dünyadaki en büyük satranç ustalarıyla baş edebilecek hale gelmişlerdir.Öyle ki;gelecekte bilgisayarların kendi başlarına bile satranç oynayabileceklerini düşünmemize neden olurlar.

Yağmur Yağdıktan Sonra Neden Topraktan Solucan Çıkar


            Toprak solucanları (Annelida) ve diğer birçok omurgasız ve hatta bazı omurgalı hayvanlar, toprak içerisine açtıkları oyuklarda barınırlar. Yağmur yağdığında, toprak katmanlarından rahatlıkla süzülerek alt tabakalara inen yağmur suyu, bu hayvanların barındığı delikleri tamamen su ile doldurur. Böyle bir durumda da, bu hayvanların hepsi, boğularak ölmemek için toprak yüzeyine çıkarlar.




             Dikkat edin, yağmur yağdığında yüzeye çıkan sadece toprak solucanları değildir. Ancak diğerlerine göre boyut olarak daha iri ve hareketli olmaları nedeniyle, en fazla onları görürüz. Ayrıca yine dikkatli bir gözlemle, özellikle yağmurun dinmesinden hemen sonra, bu ziyafetten yararlanmak için kuşların kalabalık gruplar halinde arazilere inerek beslendiklerini fark edebilirsiniz.

Uzayda Ölürsek Ne Olur ?


           Ölüm pek çoğumuz için merak edilen bir konudur.İnsanın ölünce bedeninde değişiklikler meydana geldiğini biliyoruz.Beden katılaşır,hızla soğur ve şişmeye başlar.Bütün bunların olmasının havayla bir ilgisi olduğu ortadadır.Peki,havasız bir ortamda,yani uzayda ölen bir insanın vücudunda nasıl değişiklikler olur?



         Uzayda ölen insanların ne şekilde bir değişikliğe uğradığına dair bilimsel bir çalışma yoktur.uzay boşluğunda sürüklenen bir astronotun bedeninde dünyadaki değişikliklerin olması beklenmez.Ölü beden üzerindeki çürüme gibi değişiklikler genellikle bakteriler tarafından olduğu için,bakterilerin yaşayamayacağı uzay boşluğunda bu tür değişiklikler olmayabilir..

Erkekler Mi Daha Akıllıdır, Kadınlar Mı?


        Kadınlarla erkekler arasında en sık geçen tartışmalardan biriside budur. Her iki taraf da kendi üstünlüğünü ispatlamak için kendi cinsinin daha akıllı olduğunu iddia eder. Peki,bilimsel olarak acaba hangisi doğrudur, erkekler mi yoksa kadınlar mı daha akıllıdır?



        Ne kadınlar erkeklerden ne de erkekler kadınlardan daha akıllıdır. Bütün insanların zekaları farklı farklıdır. Kimilerinin görsel, kimilerinin analitik, kimilerinin yapısal v.b. zekaları vardır. Kadınların genelde duygusal zekaları daha yüksektir. Erkeklerin ise pratiklik ve analitik zekası daha fazladır. Ama bu bir genellemedir ve istisnalar olabilmektedir. Zaten önemli olan zeka değil, sahip olduğumuz zekayı en etkili nasıl kullanacağımızı bilmektir.

Hapşırdığınızda Gözleriniz Açık Kalabilir Mi?



        Gün içerisinde defalarca hapşırırız.Her hapşırmada da şöyle bir sallanır ve gözlerimizi kapatırız.İnsanlar bize çok yaşa dediklerinde bile hala kendimize gelmeye çalışıyoruzdur.Peki,hapşırma olayında gözlerimizi kırpmamızın nedeni nedir?



           Hapşırma esnasında,büyük bir basınçla dışarı hava püskürtüyoruz.Bu basınç,öncelikle çevresel kılcal damarlarımızda olmak üzere,vücudumuzda kendini fazlasıyla hissettirir.Başımız ve solunum sistemimiz üzerinde bu denli yüksek bir basınç varken,gözlerimizi kapatmamız da koruyucu bir reflekstir.Yüz kaslarımızın hemen hepsi,hapşırma esnasında kasılırlar. Gözlerimizin kapanması da,hapşırma anında ortaya çıkan otomatik kas hareketlerinden sadece biridir.

Neden Bilgisayar Klavyelerinin Harfleri Alfabeye Göre Dizilmez?

     

           Bilgisayarlar günlük hayatımızın en önemli parçası oldular artık.Teknoloji çağını yaşadığımız bu günlerde,hayatımızı kolaylaştırarak,hem zamandan hem emekten tasarruf etmemizi ve az hata payı oranıyla da işlerin aksamadan ilerlemesini sağlıyorlar.Hepimiz bir kere bile olsa bilgisayar kullanmışızdır ve bu karmaşık aletle ilgili kafamızda binlerce soru işareti oluşmuştur.Peki,günlük hayatımızda bunca yer kaplayan ve zaman zaman zorlanmamıza neden olan klavyedeki harfler neden alfabeye göre dizilmemiştir?



             Tüm dünyada Q klavye olarak bilinen tuş dizilimi aslında daktilonun icat edildiği günden beri hiç değişmedi.Tuşların diziliş şekilleriyle ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır,ama en kabul gören hikayeye göre;daktilonun mucidi Christopher Latham Sholes,ilk çalışan örneklerde bir problemle karşılaştı.İcat ettiği yazı makinesinin harfleri kağıda basmak için kullandığı mekanik harf kolları,kapalı bir kutunun içinde yer alıyordu ve iki kol birden kağıda doğru havalandığında içerde sıkışmaya neden oluyordu.Sholes bu problemin çözümü için,kullanıcının yazım hızını yavaşlatmak üzere harflerin yerlerini alabildiğine karıştırarak en çok kullanılan harfleri elin en zor ulaşabileceği yerlere yerleştirmeyi uygun gördü ve Q klavye adını verdiğimiz harf dizilimi ortaya çıktı.184 yılında bu cihazların üretim hakkını alarak seri üretime başlayan E. Remington 6 Sons firması harf dizilimini değiştirmedi ve aynen kullanmaya devam etti.İlk seri üretime başladıktan sonra da,kullanım yaygınlığı ve alışkanlıklar dolayısıyla da Q klavye dizilimi bir daha değişmedi.

Canlılar Kalpsiz Yaşayabilir Mi?


Kalp bildiğiniz gibi yaşamsal bir organdır. Vücuda kan pompalanmasını sağlayarak canlı yaşamını devam ettirirler. Oysa sinek gibi bazı hayvanlarda kalp yoktur; ama yine de yaşayabilirler. Peki bizim için bu kadar değerli bir organa sahip olmayan canlılar nasıl yaşayabiliyorlar ?



Kalp ya da benzer bir organ bizim için çok gerekli olmasına karşın, bazı canlılar için gerekli değildir. Bu durum, o canlının gerçirdiği süreçler ve yaşadığı grupla ilgilidir. Örneğin sinek gibi basit yapılı canlıların vücutlarında kan bulunmaz. Besinler tüm vücuda doğrudan dağılır. Ayrıca trake solunumu yaparlar. Dolayısıyla kalbe gereksinimleri yoktur.

Canlılar kendilerinde bulunmayan bir organın yaptığı işi mutlaka başka biçimde daha basit ya da daha gelişmiş olarak çözerler.

Geceleri Yemek Yiyip Yatmak Gerçekten Kilo Aldırır Mı?



"Medicine & Science in Sports & Exercise" dergisinde yayımlanan bir çalışma, yatmadan yarım saat önce içilen sütün erkeklerde protein sentezini artırarak daha fazla kas yapılmasına yardımcı olduğunu ortaya çıkardı.



Florida Eyalet Üniversitesi araştırmacıları tarafından yapılan çalışmada ise uyumadan önce protein ya da karbonhidrat içeren hafif bir şeyler atıştırmanın, metabolizmayı hızlandırdığı keşfedildi. Çalışmaya katılanlar, iki gruba ayrıldı. İlk grubun, yatmadan önce 150 kalori almasına izin verildi. Çalışma sonucunda ilk grubun, gece hiçbir şey yemeyen ikinci gruba oranla daha yüksek bazal metabolizma oranına sahip olduğu belirlendi.

Yine aynı çalışma, yatmadan önce bir şeyler atıştıran kişilerin sabah daha az açlık hissettiğini gösterdi. Bilim adamları, gece özellikle protein açısından zengin gıdalar tüketenlerin, ertesi gün öğünler arasında fazla acıkmadığını söyledi.

Wayne Eyalet Üniversitesi'nde yapılan farklı bir çalışma ise yatmadan önce lif açısından zengin gıdalar tüketen kişilerin daha kolay kilo kaybettiğini gözler önüne serdi.

Acıkınca Karnımız Neden Guruldar?



          Kimi zaman arkadaşlarla otururken,sessizlikte bazen birisinin karnı guruldar ve bu gülüşmelere neden olur.Sanki karnın içinde çalışan bir makine varmış gibi gürültü çıkarır.Genelde karnımızın acıktığını düşünmemize neden olan karın guruldaması aslında sadece acıkmayla alakalı bir olay değildir.Karnımızın neden guruldadığını bilmek ister misiniz?



           Mide,kaslı bir yapıya sahiptir ve sindirimde çok çeşitli görevleri vardır.Sürekli olarak kasılan,gevşeyen,hareket eden,çalkalanan ve sindiren bir organdır.Midemiz dolu olduğunda,tüm bu aktiviteler normal ilerleyişini sürdürür.Ancak midemiz boş olduğunda da kasılmalar devam eder.Bu kasılma hareketleri devam ederken,mide duvarlarının birbirne sürtünmesi sonucunda da, ‘karın guruldaması’ dediğimiz sesi duyarız.Bu bize,yemek yeme vaktinin geldiğini hatırlatan bir sinyaldir.Ancak uzun bir süre aç kaldığımızda,kas hareketleri azalır.Bunun nedeni,vücudun açlık fazına girmesi ve sindirilmiş besinler yerine depo yağların kullanılmaya başlamasıdır.

        Karnımızın guruldamasının diğer bir nedeni ise,midemiz boş olduğunda içine dolan havadır.Midenin hareketleriyle,içinde bulunan hava kabarcıklarının da ileri-geri hareket etmesi sonucunda,guruldama sesi ortaya çıkar.