Neden Sarhoş Oluruz?


        İçki içmek,kıvamını kaçırdığımızda oldukça tehlikeli sonuçlara yol açabilir.Fazla içkiyle sarhoş olan insan,kontrolünü sağlayamadığı için davranışları tutarsızlaşır ve konuşmaları anlaşılmaz hale gelir.İçkiliyken araba kullanıp kaza geçiren pek çok insanın başına gelenleri haberlerde duymuşuzdur.Ya da suç işleyenlerin kendilerini ‘sarhoştum’ diyerek savunduklarını..Peki,aklı başında bir insanın kontrolünü yitirmesine sebep olan sarhoşluk nasıl olur?

          Alkol ağız ve yemek borusu ile temas ettikten sonra,ciddi miktarda kana karıştığı ilk durak olan mideye gelir.Ancak alkolün kana karışması en çok ince bağırsaklarda olur.Büyük bir kısmı ince bağırsaklarda kana geçen alkol,derhal merkezi sinir sistemimizi etkilemeye başlar.Birkaç dakika sonra beyne geçerek sinir hücrelerini etkiler ve mesaj iletimini yavaşlatır.İçmeye devam edilirse beyindeki görme,denge,konuşma ve muhakeme ilke ilgili sinir merkezleri etkilenmeye başlar.Bu arada alkolün baskılayıcı etkilerini yenebilmek için,kalp kası zorlanır ve nabız atar.Biraz daha içilirse şuur kaybı meydana gelebilir.Daha da devam edilirse,alkolün kandaki oranı alkol zehirlenmesi seviyesine ulaşır,solunum yetmezliği nedeniyle ölüm kaçınılmaz olur.Alkol oldukça yavaş yakılır.100 gr. saf alkolün vücutta yakılması yaklaşık on saat sürer.

Parmaklar ve Diğer Eklemler Neden Kütler

         Parmaklarımızı kütletmek hepimizin yaptığı bir şeydir.Hatta bazılarımız bunu alışkanlık haline getirmişizdir.Peki,parmaklarda olduğu gibi eklemler neden kütler,biliyor musunuz?


          Tendonlarımız,tıpkı bir gitar teli gibi gerginken bu sesi çıkarabilir.Kütleme sesinin diğer bir nedeni ise,eklem kapsüllerinin içerisinde bulunan sıvıda erimiş halde mevcut olan gazların serbest kalmasıdır. Eklem içerisindeki küçük kemik parçacıkları da çıtırdama seslerine neden olabilir. Eklemlerin yerinden oynaması durumunda da bir kütleme sesi gelebileceğini unutmamak gerekir, ancak bu durum çoğunlukla acı vericidir.

İnsanlar Yüzünce de Terler Mi ?

     
Yaz aylarında en büyük problemlerimizden biri terlemektir. Havanın sıcaklığı vücut ısısında değişimlere neden olur ve bunun sonucunda gün içerisinde defalarca banyo yapmak zorunda kalabiliriz. Sadece yaz aylarında mı? Spor yaparken, hızlı yürüdüğümüzde ya da heyecanlandığımızda da terleriz. Peki, insan suyun içinde yüzerken de terler mi?



         Ter bezleri olan tüm canlılar, vücut ısılarını düzenlemek ve belli bir sıcaklıkta tutmak için terlerler. Çevremiz çok ısındığında terlemeye başlar ve vücudumuzdan su buharlaştırırız. Çünkü buharlaşan bir madde çevresinden ısı alır ve sıcaklığın düşmesine sebep olur. Vücudumuzdan buharlaşan su, vücudumuzun ısı kaybetmesini ve sıcaklığının düşmesini sağlar.

          Terlememiz için sadece bulunduğumuz ortamın sıcak olması gerekmez. Çok fazla hareket ettiğimizde de terleriz. Bunun sebebi de, kaslarımızın kasılması sırasında gerçekleşen tepkimelerin ısı açığa çıkarmasıdır. Kendi metabolik ısımız yüzünden de vücut sıcaklığımız artabilir. Bunun sonucunda da vücudun gereken sıcaklıkta kalması için yine terleme gerçekleşir. Peki, yüzerken terler miyiz? Yüzerken oldukça fazla hareket ettiğimizden kaslarımızda metabolik ısı açığa çıkar. Bu durumda terleyip terlemeyeceğimiz, yüzdüğümüz suyun sıcaklığına bağlı olabilir. Eğer su bizi serinletmeye yetecek soğukluktaysa terlemeyiz. Ancak çok sıcak bir günde, su yeteri kadar serin olsa bile, uzun ve yorucu bir yüzme esnasında terlememiz mümkündür. Böyle bir durumda suyla sürekli temas halinde olduğumuz için terlediğimizi fark etmeyebiliriz.

Nasıl Oluyor da Üfleyince Soğuk Hohlayınca Sıcak Hava Veriyoruz

          Kışın çok soğuk havalarda hepimiz hohlayarak ellerimizi ısıtmaya çalışmışızdır ya da yemeği üfleyerek soğutmayı denemişizdir.Tuhaf olan,her ikisininde işe yaraması ve hohladığımızda sıcak olan nefesin,üflediğimizde serinlik vermesidir.Peki,bu nasıl oluyor?

          Akciğerlerimizden çıkan hava,zaten vücut sıcaklığına yakındır,yani ılıktır.Havayı üfleyerek dışarı vermeye çalıştığımızda,hava dar bir alandan hızlıca geçer ve türbülans nedeniyle soğur.Bu yüzden üflediğimizde serinlik verir.

           Hohlamadaysa,hava ağzımızın içine yayılır,ağız içi kılcal damarlarında bir miktar ısıtılır ve daha yavaş olarak dışarıya verilir.Bu nedenle de dışarıya sıcak olarak çıkar.

Arılar Suya Karın Üstü Düşerse Ne Olur ?

        Pek çoğumuzun bu bilgiden haberi bile yoktur eminim. Ama bu olay gerçektir. Arılar suya karın üstü düşerlerse yaşayamazlar. Bunun nedenini bilmek ister misiniz?
        Arıların bizim gibi burunları yoktur. Karınlarıçevresinde bulunan bir takım gözenekler sayesinde hava alıp verirler. Doğal olarak daarılar suya karın üstü düşerse solunum görevi gören bu gözenekler suyla dolacağından nefes alamazlar. Bu da elbette ki ölümlerine neden olur. Ayrıca bu solunum özelliği arı dışında birçok böcekte de vardır.

Doğuştan Görme Özürlüler Rüya Görür Mü?

           Bütün insanlar rüya görür. Yani doğuştan görme özürlüler de rüya görür. Bildiğimiz gibi görme yeteneğini kaybeden bir insanın zaman içinde diğer duyuları oldukça gelişir, hatta kimi uzmanlar tarafından “süper duyu” olarak adlandırılırlar. Görme özürlü insanlar günlük yaşamda bu duyularla algıladıkları şeyler sayesinde rüyalarında koku, ses, dokunma gibi hislerin ağırlıkta olduğu deneyimler yaşarlar. Fakat görme özürlü insanların gördükleri rüyalar “görsel” öğeler içermeyebilir. Bu da onların ne zaman kör olduklarıyla yakından ilintilidir.


              Eğer bir kimse görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmişse (doğuştan görme özürlülük de buna dahil), bu kişinin rüyalarında görsel öğeler bulunmaz. Tabi bu konuda çok az sayıda istisnalara rastlanmış. 1928 yılında Hollanda’da yayınlanan bir raporda, görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmiş 6 ilkokul öğrencisinin rüyalarında çok az da olsa görsel öğeler bulunduğu belirtilmiş. Ama bir insan doğuştan görme özürlüyse rüyaları kesinlikle görsellik içermiyor. Görme duysunu kaybettiğinde 5-7 yaşları arasında olan bir kişinin rüyalarında görsellik olabilir de olmayabilir de. 7 yaşından sonra görme duyusunu kaybeden bir insan ise ne kadar uzun süre ve ne kadar çok şey gördüğüyle orantılı olarak rüyasında görüntülere rastlayabilir.
Uykunun REM (rapid eye movement-hızlı göz hareketi) evresinde görme özürlü insanlarda gözlerin hareketinin ya çok az ya da hiç olmadığını da ekleyelim.

İlk Yoğurt Nasıl Yapıldı ?


Sofralarımızda muhakkak olması gerekenlerden biri de yoğurttur.Hem sağlıklı,hem de lezzetli olduğu için insanlar tarafından tercih edilirler.Ama yoğurt yapmak biraz zahmetlidir.Çünkü öncelikle maya bulmanız gerekir,öyle değil mi?Oysaki maya olmadan da yoğurt yapılabilinir.Nasıl mı?
Yoğurt sütten yapılan bir gıda maddesidir.Sütün yoğurda dönüşmesini sağlayan ise bakterilerdir.Yoğurtta bulunan Lactobacillus bulgaricus ve Streptococcus thermophilus sütte bulunan laktoz şekerini enerji elde etmek için kullanırlar ve bu tepkimeler sonucunda laktik asit üretirler.Laktik as,t sıvı haldeki sütün daha katı,kremsi haldeki yoğurda dönüşmesine neden olur.Evde yoğurt yapılırken süte mutlaka biraz da yoğurt katılmasının sebebi aslında yoğurdun oluşabilmesi için bu bakterilere ihtiyaç duyulmasıdır.Yoğurt yapılacak olan sütte bir kase başlangıç kültürü (yani içinde bakteriler bulunan yoğurt) eklenir.Gerekli sıcaklık sağlanıp yeterinde beklendikten sonra süt yoğurda dönüşür.

Başlangıç kültürü olmadan sütten yoğurt elde etmek için çok fazla beklemeniz gerekebilir.Yani aslında bu imkansız değildir.Küçük bir kutu günlük sütle bunu deneyebilirsiniz.Süt kutusunu açık olarak pencere önüne bırakıp birkaç gün bekleyin.Eğer doğru bakteriler tarafından işgal edilirse,büyük olasılıkla sütünüzün siz hiçbir şey yapmadan yoğurda dönüşmüş olduğunu göreceksiniz.Muhtemelen ilk yoğurdun ortaya çıkışı da bu şekilde olmuştur.Bakteriler etrafımızda düşünebileceğimiz her yerlerde (havada,suda,hatta derimizin üstünde).Açık bir süt kutusunun içine hava aracılığıyla girmeleri de bu durumun doğal bir sonucudur.

Uykusuzluğa Ne Kadar Dayanabiliriz


Uyku insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birisidir. Az uyuduğumuz ya da hiç uyuyamadığımız günlerde kendimizi hayattan bezmiş gibi hissederiz. Kendimize gelmemiz için bir kaç saatlik bir uykunun bile yeteceğini düşünürüz böyle zamanlarda..

Az uyumanın bile dengemizi bozduğunu düşünürsek, acaba insan hiç uyumadan kaç saat yaşayabilir?Bu sorunun deneysel olarak cevabı 264 saat, yani yaklaşık on bir gündür. Şaşırtıcı ama 1965 senesinde, Randy Gardner adında, on yedi yaşında bir lise öğrencisi, bir bilim fuarında bu dünya rekorunu elde etti.



Başka birçok araştırmada, normal bireylerin sekiz günden on güne kadar uyanık kaldığı, dikkatle yürütülen deneyler yapılmıştır. Bu bireylerden hiçbirinde ciddi tıbbi, sinirsel, fizyolojik ya da psikiyatrik problemler görülmemiştir.

Bununla birlikte, deneye katılanların hepsinin de, uykusuzluk arttıkça, ilerleyen ve belirginleşen bir şekilde konsantrasyon sağlamada, motive olmada, algılamada ve diğer yüksek zihinsel süreçlerde zayıfladıkları gözlenmiştir. Buna rağmen, bütün denekler, bir-iki günlük uykudan sonra normal hallerine dönmüşlerdir.

Chicago Üniversitesi’nde, Allan Rechtschaffen’in uyku labaratuvarında farelerle yaptığı deneylerde, iki hafta boyunca uyumamanın bu hayvanlarda ölümle sonuçlandığı görülmüştür. Uykuya dalıp dalmadıklarını anlamak için, bu sıçanların beyin dalgaları sürekli olarak kontrol edilmiştir. Hayvanlar her seferinde ,uykuya dalar dalmaz uyandırılmıştır. Ölüm sebebi kesin olarak açıklanmamış fakat hipermetabolizmayla ilgili olabileceği öne sürülmüştür.

Çok nadir görülen Morvan sendromu gibi bazı hastalıklarda da hastanın aylarca hiç uyuyamadığına rastlanmıştır. Hastanın kendini uykulu ya da yorgun hissetmediği, fakat genellikle aynı zaman aralığında halüsinasyonlar gördüğü saptanmıştır.

Sonuç olarak uykusuzluktan ölen hiçbir insan rapor edilmiş değildir. Fakat uykunun ertelenebilse de hayatımızdan çıkaramayacağımız bir şey olduğu bir gerçektir.

Horozlar Sabahları Neden Erkenden Öterler ?

            Artık hepimiz şehir hayatında yaşıyoruz.Bundan dolayı artık bizi horozlar değil,çalar saatler uyandırırlar. Ama kırsal yaşamda horozlar hala erkenden öterek insanları yataklarından kaldırıyorlar.Yani bir tür çalar saat görevi görüyorlar.Peki horozlar neden sabah erken kalkıp öterler,biliyor musunuz?



Sabah güneş doğarken ötmek sadece horozlara özgü değildir.Kulağa en çok horozun sesinin gelmesi,onun sesinin diğerlerinden daha güçlü olmasıdır.Kuşların büyük çoğunluğu da aynı saatlerde ağaçlarda koro halinde öterler.Gün boyu hem horozlar,hem kuşlar ötmeye devam ederler.Ama seslerinin en güçlü çıktığı zaman sabahdır. Horoz ve kuşların sabah gün doğarken ötmeleri biyolojik saatleriyle ayarlanmıştır.

Sirke ve Şarap Arasındaki Fark Nedir ?


Sirkenin tarihi de neredeyse şarap kadar eskidir. Aslında sirke ekşimiş şaraptır. Muhtemelen 10 bin yıl önce tembel bir şarap imalatçısı, şarabı yaparken uzun süre bekleterek hava almasına, sonucunda da ekşimesine sebep olmuş böylece bilmeden, rastlantıyla sirkenin kaşifi olarak tarihe geçmiştir. Binlerce yıl her medeniyet değişik meyve, sebze ve hububattan kendi usullerince sirke yapmış ama sirkeleşmenin ne olduğu ancak geçen yüzyılın başlarında anlaşılabilmiştir.



Genellikle sirkenin sadece salatalarda, turşularda, salçalarda, gıda maddelerinde kullanıldığı sanılır. Halbuki tarihe bakıldığında sirkenin asırlar boyu tıbbın hizmetinde olduğu görülür. Milattan yaklaşık 400 yıl önce tıbbın babası Hipokrat'ın hastalarına sirkeyi ilaç olarak tavsiye ettiği biliniyor. Sonraları doktorlar sirkeyi nefes açıcı olarak akciğer rahatsızlıklarında, cilt hastalıklarında, incinme ve burkulmalarda, ateş düşürmede ve iç kanamaların tedavilerinde yaygın olarak kullanmışlardır.

Romalı askerler sirkeyi içme sularına dezenfektan olarak koyarlarmış. Hatta Anibal'in Alp dağlarını sirke sayesinde aştığı bile rivayet edilir. Anibal yoluna çıkan kayaları önce ateş yakarak ısıtmış sonra üzerlerine sirke sürmüş, çatlayan ve ufalanan kayaları da yolu üzerinden kolayca kaldırmış. Sirkenin tarih boyunca en önemli kullanım alanı ise yiyeceklerin muhafazasında olmuştur.

Bugün insanlar sirkeyi hala günlük yaşamda, alına sirkeli bez koyarak ateşi düşürmede, ağrı gidermede, temizlikte, pasları çözmede, yabani otları öldürmede kullanıyorlar.

Sirkenin kendine özgü ekşi tadı 'sirke asidi' denilen 'asetik asit'ten gelir. Asetik asit doğal olarak meyvelerde bulunmaz. Ancak meyve suları, mayalar ve bakteriler gibi mikroskobik canlıların rol oynadıkları iki basamaklı bir süreç sonunda sirkeye dönüşebilirler.

Üzümün bolca yetiştirildiği Türkiye gibi ülkelerde sirke üzümden elde edilen alkolden yapılır ama mayalanma ve sirkeleşme yalnızca üzüm suyuna özgü değildir. Sirke, elmadan, hurmadan, çeşitli meyvelerden, şekerleşmiş tohumlardan, arpadan, pirinçten, patatesten hatta ispirtodan bile yapılmaktadır.

Günümüzde marketlerden aldığımız sirke artık bilinçli metotlarla yapılmaktadır ama zaten sirke imalatının formülleri ve yöntemi çok basittir, binlerce yıl da Önemli bir değişiklik göstermemiştir. Birinci kademede alkol elde edilir, mayalanma sonucu bildiğimiz şeker alkole dönüşür. Buna fermantasyon deniliyor ve böylece şarap elde edilmiş olunuyor.

İkinci kademede havadaki bakteriler bu alkolü etkileyerek onu aside çeviriyorlar. Bu işleme de 'ikinci fermantasyon' veya 'asit fermantasyonu' deniliyor. Bu iş için şarap bir süre hava ile temasta bırakılıyor.

İkisi de Farsça 'sirke' kelimesinden dilimize girmiştir ama dişi bitin saç diplerine bıraktığı yumurtaların adı olan sirke ile şaraptan elde edilen sirkenin isim benzerliğinden başka ortak bir yanları yoktur. Aslında küçük bir ilişki vardır. Baştaki bit yumurtalarının yani sirkenin tedavisinde, ılık sirkeye batırılmış, sık dişli bir tarakla başı taramak oldukça faydalı bir yoldur.

13 Sayısından Neden Korkulur ?

Bilimsel bir çağda yaşamamıza rağmen bazı batıl inançlar etkilerini sürdürmeye devam ediyor.Bunlardan biri de on üç sayısının uğursuz kabul edilmesidir.Özellikle ABD’de fobiye dönüşen bu inanç hayatı da birçok açıdan ciddi olarak etkilemektedir.Örneğin;ayın on üçüne denk gelen uçak yada otobüs rezervasyonlarının iptal edilmesi,o gün sokağa çıkıp alışveriş yapan insan sayısında bir azalma olması gibi.Hatta durum öyle abartılmıştır ki;bazı büyük otellerde 13. kat yokken (ya 12A ya da direkt 14 diye geçer);bazı ülkelerde de evrelin kapılarına 13 numarası verilmez.Peki,bazı insanların hayatını bu denli etkileyen bu inancın kökeninin nereye dayandığını biliyor musunuz?

Bilindiği gibi Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde kendisiyle birlikte on üç kişi vardır.O meşhur akşam yemeğinden sonra Hz. İsa’nın başına gelenler de herkes tarafından bilinmektedir(kısaca hatırlatmak gerekirse,havarilerinden Yahuda’nın ihanetiyle çarmıha gerilmesi).Yani bu inancın,Hz. İsa’nın ünlü son akşam yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı ileri sürülmüştür.Ancak bu varsayım ilk bakışta mantıklı görünse de on üç sayısının uğursuzluk getirmesiyle ilgili inanışın İsa’dan çok daha öncelere dayanmasını açıklayamamaktadır.İskandinav mitolojisinde şöyle bir olay anlatılmaktadır:Tanrı Odin’in ölen kahramanların ruhlarının sonsuz mutluluk içinde yaşadıkları sarayında bir ziyafet verilmektedir.Bu ziyarete on bir kişi davetlidir.Bir de daveti düzenleyen Tanrı Odin’in oğlu Baldur bulunmaktadır.Tümü birden on iki kişi olmaktadır.Ancak ziyafete çok kısa bir süre sonra davetsiz bir misafir gelir.Bu Baldur’un ölümüne yol açan kötü bir ruhtur aslında.Görüldüğü gibi her iki anlatımda da on üçüncü kişinin ihaneti söz konusudur.Ve her iki olayda da ihanet ölümle sonuçlanmaktadır.

Kimi yerlerde sofradan ilk ayrılanın başına kötü şeyler geleceği yolunda bir inanış vardır.Kimi yerlerde ise sofradan en son ayrılanın başına kötü şeyler geleceğine inanılır.İngiltere’nin Oxfordshire kentinde de bir odada on iki kişiyle birlikte bulunmak,özellikle de aynı odada on iki kişi daha varken kapının yanında bulunmak büyük felaketlere yol açar şeklinde bir inanç bulunmaktadır.Her halükarda on üç sayısının uğursuzluğuna inanılmakta,otelciler otel odalarına 13 sayısını koymamakta,gemiciler ayın 13′ünde limandan ayrılmamaktadır.

Hayvanlardan İnsanlara Kan Nakli Yapılabilir Mi?

       
Facebook, Twitter, Radyo gibi ortamlarda en çok duyduğumuz anonslardan birisi de “kan aranıyor” şeklindekilerdir. Kan grubunun adı söylenir ve acil olarak kana ihtiyaç olduğu belirtilir. Bununla birlikte son yıllarda yapay kan kavramını da duymayan yoktur. Bu kadar hayati olan bir sıvı yapay olarak da üretilmeye çalışılmaktadır. Peki, etrafta onca hayvan varken, acaba bu hayvanlardan ihtiyacı olan insanlara kan nakli yapılabilir mi?



         Bu sorunun cevabı kesinlikle “Hayır!”dır. Çünkü insan ve hayvanların genetik yapıları farklıdır. Genetik yapılardaki bu farklılık sebebiyle, hayvandan insana kan nakli yapılması şiddetli immünolojik reaksiyonlara sebep olur.
          Ama yine de giderek gelişen teknoloji belki bu konuda da yakın zamanda bir çözüm üretebilir ve hayvanların genetik yapısını değiştirerek bu nakli mümkün kılabilir.